30.04.2021

MERHABA ŞEHR-İ ĞUFRAN

MERHABA ŞEHR-İ ĞUFRAN

İnsan, varlıkların en değerlisidir. Çünkü ona, akıl ve irade verilmiştir. Bu sebeple de kendinin bilincinde olan ve kendini tanımlayabilen biricik varlıktır. İnsandan başka hiçbir varlık kendi “ben” inin bilincinde değildir. Hayvanın dış etkenler karşısında tutum alması, kendi benini koruma veya savunma güdüsüyle ilgilidir. Düşmanından kaçması ve acıkınca yiyeceğine yönelmesi bu tabii sevkin neticesidir. Oysa insan akıl ve iradesini kullanarak tercihini yaparken bilinçli hareket etmektedir. Bu nedenledir ki akıl ve iradesini iyilik ve takvada kullandığında Allah katındaki değeri artarken, günah ve isyana meyledince de bu değeri ya hasarlanmakta ya da ortadan kalkmaktadır. “Yaratılış gayesi yalnızca Allah’a ibadet olan insana” (51/Zariyât. 56) kulluğunu yerine getirirken yaptığı hataların affı için de yine merhameti sonsuz olan Rabbine yönelmesi öğretilmiş ve O’nun mağfiret şemsiyesi altına yönelmesi öğütlenmiştir.

İnsanoğlunun Allah’ın mağfiretine olan ihtiyacı ilk insan Hz. Âdem ile başlar. Hz. Âdem ile eşi, ilahi uyarıyı unutup şeytanın aldatmasına kanarak yasak ağaçtan tadınca, Allah’ın ikazına uğradılar. Sonra pişman olup Rabbe yöneldiler ve "Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!" (7/ A'râf: 23) diye dua ettiler. Hz. Âdem ile eşinin tövbe ve istiğfarlarındaki bu samimiyetleri, bağışlanmalarını sağlamıştır. (2/Bakara:37)

Peki, mağfiret nedir?

Mağfiret, “kusuru örtmek ve bağışlamak” anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de bu kavram, Allah Teâla’nın kullarını affetmesini ifade etmek için sıkça kullanılır. Allah’ın “bütün günahları bağışlayan” anlamındaki “ğafûr, ğaffâr, ğâfir” isimlerinin Kur’an’ın hemen her yerinde geçiyor olması, O’nun affediciliği ve bağışlayıcılığının ne kadar engin olduğunu göstermektedir.” (Temel İslâm Ansk. C.5, sh.324)

İnsan Allah’a iman ve ibadet, diğer insanlara karşı adalet, salih amel ve güzel ahlak, tüm canlılara karşı da merhametli davranmakla yükümlüdür. Fakat bu yükümlülükleri yerine getirirken nefsinin aşırı ve haksız isteklerine gem vuramaması sonucu zaman zaman farzları ihmal ederek, haramları işleyerek ya da yaptığı amellerin gururuna kapılarak günaha girmektedir. Zira insan kendi nefsiyle iç âleminde, şeytanın vesveseleri ve aldatmalarına karşı da dış âlemle sürekli mücadele halindedir. Dünyanın fani olduğunu bilmesine rağmen onun nimet ve lezzetlerine karşı ihtirası insanı kontrolden çıkarmakta ve günaha sevk etmektedir.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) günaha karşı mü’minin tavrını şöyle ifade eder: “Mü’min, günahlarını sanki üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Günahı alışkanlık edinen kişi ise günahlarını, burnunun üzerine konan ve kovalayınca kaçıverecek bir sinek gibi görür” (Tirmizî, Sıfatü’l- kıyame, 49).

Mü’min, Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmez ve de kesmemelidir. Rahman’ın azamet ve adaletine olan imanı ve engin mağfiretine erebilmek ümidiyle daima O’na yönelmelidir. İnsan, sözüne sadık kalamasa da, O’na layık kul olamasa da mağfiret şemsiyesi altına girebilmek için gayret göstermelidir. Zira tek kurtuluş Mevla’nın rızasına ermek ve mağfiretine nail olabilmektedir. Bunun yolunu da yine rahmeti sonsuz olan Yüce Rabbimiz göstermektedir.

Mağfiret, Rahman’ın, kullarına bir imkân sunması ve ikramıdır. İnsanın bu ilahi ikrama mazhar olabilmesi ise bağışlanma ve kusurlarının örtülmesi talebi yani “istiğfar” ve bu yöndeki kararlılığı ile mümkündür. Âdeta bir öğretmenin gayretli öğrencisi lehine kanat kullanması gibidir, mağfiret. “Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” (3/Âl-i İmrân: 133).

Cenab-ı Hak biz kullarına tövbe ve istiğfar kapısını her zaman açık tutarak mağfiretine davet etmektedir. Ancak içinde bulunduğumuz Ramazan ayı, rahmet ve mağfiret için ayrı bir öneme sahiptir.

“Ramazan”, sözcük olarak “yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozlardan temizleyen yağmur” mânâsında “er-ramzâ” kelimesinden veya “Güneş ışınlarından taşların yanıp kızması” anlamında olan “er-ramaz” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur, yeryüzünü nasıl temizleyip yıkarsa; kızgın yer, orada yürüyenlerin ayaklarını nasıl yakarsa, Ramazan ayı da müminleri günah kirlerinden öylece temizler, yakar, yok eder (Hadislerle İslam. C.2. sh. 393, 394).

Akabe biatlerinde etkin görev almış olan Ubâde b. Sâmit (ra), Ramazan ayının yaklaştığı bir günde Resûlullah"ın (sav) şöyle dediğini nakleder: “Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ"ya kendinizi gösterin. Ramazan ayında Allah’ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir.” (Hadislerle İslam. C. 2, sh. 395)

Mübarek Ramazan ayı, Müslümanlara Allah’ın emirleri karşısında sorumluluk bilincine yani takvaya erişme fırsatı sunmaktadır. Böylece toplumsal dayanışma ve paylaşma şuurunu aşılayarak, bir anlamda “irade eğitimi” vermek suretiyle, müminlere kişilik kazandırarak, “kâmil bir mümin” olmanın yollarını da göstermektedir. Bizler de sunulan bu ilahi sofradan azami derecede nasiplenmeliyiz. Rahmet ve mağfiret imkânının her zamankinden daha bol olması sebebiyle Ramazan ilk günlerde “merhaba ey şehr-i Ramazan merhaba” sadalarıyla sevin gözyaşları içerisinde karşılanırken; son günlerinde de “elveda ey şehr-i ramazan” nidalarıyla hüzün gözyaşları içerisinde uğurlanır.

Mağfirete hak kazanmanın yollarından bir kaçını kısaca şöyle sıralayabiliriz: 1- Allah’ın rahmet ve mağfiretine olan inancımızı hiç kaybetmeyecek; asla ümidimizi kesmeyeceğiz. 2- Tövbe ve istiğfar ile Rabbimize yönelecek ve bunda da kararlı olacağız. Zira makbul bir tövbe ve istiğfarın göstergesi kişinin söz ve davranışları ile işlediği günahlardan uzaklaşması, büyük günahlara asla yaklaşmayıp küçük günahlarda da ısrarcı olmamasıdır. Âyet-i Kerimelerde şöyle buyurulur:

Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi değerli bir yere koyarız.” (4/Nisâ: 31)

Şu da bilinmeli ki, ben tövbe edip yürekten inanan ve iyi işler yapan, sonra da doğru yolda sebat eden kimselere karşı çok bağışlayıcıyım.” (20/Tâhâ: 82)

Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (3/Âl-i İmrân: 135) 3- Rabbimizin, mağfireti ile kusurlarımızı örtüp bizi bağışlaması nasıl mutlu olmamızı sağlıyorsa bizlerde insanların kusurlarını görmemeye, onları affedici olmaya gayret göstermeliyiz. Kendi günahımızın affı için tövbe ve istiğfar ettiğimiz gibi başkalarının da affını istemeliyiz. Ya Rabb! Tövbelerimizi kabul, günahlarımızı affeyle! Rahmetini daim, mağfiretine nail eyle! Âmin.

20.04.2021

Murat ÖZDEMİR

Milli Park Camii İmam-Hatibi

Kızılcahamam/ANK